Yol filmlerinin sinema dünyasındaki yeri farklıdır…
Bir yol filmine odaklanmamız, dünyanın sayılı yürüyüş rotalarından sayılan Likya Yolu’nda yaşamamızdan kaynaklanıyor.
Sit alanlarına dönüşmüş binlerce yıllık antik şehirleri ve el değmemiş dokusunu şimdiye kadar koruyabilmiş muhteşem doğa görüntüleriyle, yönetmenleri düşlediklerinin ötesine taşıyabilecek birer film platosu sanki…
Dağ ve ormanların arasında sinema yönetmenleriyle tanışmamış sayısız plaj, yeşil ile mavinin binbir tonu, Teke Yöresi’ne adını veren hayvancılık, geleneksel yaşamlarını sürdüren insanlar, yeme-içme kültürü; acı tarafı ise bunların modern yaşamın girdabında giderek kaybolması…
Bu satırlar sinema filmimizin Likya Yolu’na güzelleme olacağını düşündürmesin. Filmin dramatik yapısı, doğanın içinde değişen ve dönüşen insan hikayelerine odaklanıyor. Bir gerekçeyle yaşama tutunmaya çalışan ya da yaşama tutunma gerekçesini Likya yollarında arayan kahramanlarımızın, ruhsal dönüşüm performanslarına tanıklık yapacağız. Doğada olmanın getirdiği seçimin, yeni algıların ve fırsatların kapısını açtığı, tam da bitti denilen noktada yeniden doğuşun hikayesine dönüştüğünü, farklı örgü ve düğümlerle anlatmaya çalışacağız.
Tüm yaşamsal ezberlerini geride bırakan karakterlerimizin, doğa ile birlikte kadın olma, erkek olma, giderek insan olma hallerine, dönüşümlerine, kadın erkek ilişkisine bakarken birey olarak gelişmelerine, kendi ayaklarının üstünde durabilmelerine, özgür iradeleriyle karar verişlerine ve sağlıklı ilişkiler kurabilmeleri konusunda yol alışlarına tanıklık yapacağız.
Aşk, özgürlük, feminizm, varoluşçuluk, birlikte yaşama kültürü, doğanın güzelliği ve acımasızlığı gibi nice kavram derinlikli görüntülerle filmimizde hayat bulabilecek.